Manavgat Eskort Aurora, Manavgat akşamı, şelalenin çağlayan sesini kentin soluksuz ufkuna yansıtır. Gün batımının bakır kırpıntıları, çayın yüzeyine ateşten pullar serper; portakal bahçeleri, güneşin son nefesiyle esrarengiz bir koku salar. Böyle bir saatte, Baltık buzullarıyla Akdeniz’in ılık nefesini aynı bedende taşıyan bir kadın belirir: Manavgat Eskort Aurora. Platinyum saç telleri, şafakla günbatımı arasına gerilmiş ince ışık iplikleri gibi titreşir; gri bakışları, şelalenin köpüğüne düşen ilk ay parıltısını saklar.
Aurora’yı ilk Side Antik Tiyatrosu’nun sessiz taş basamaklarında görürsün. Bir elinde taze bergamot kabuğu, öteki avucunda çayın serin suyundan topladığı küçük kristal taşlar… “Suyun hafızası taşta saklanır,” der; İskandinav aksanının buzlu “r” hecesi, tiyatronun kavisli duvarlarına çarpıp titreşimli bir yankı yaratır. Manavgat Eskort kelimelerini telaffuz etmez; fakat çenesinin altına düşen hafif gölge, kelimelerin yerine sıcak bir mühür koyar.
Yürüyüşünüz narenciye bahçelerinin kıvrımlı patikalarına iner. Aurora avucuna bergamot kabuğu yağı damlatır, bileğine sürerken çıkan ferah titreşim tenine nüfuz eder. Parmak uçlarının kısa teması, cildinde saklı ateşi uyandırır. “Ateş suyu severse buhar doğar,” diye fısıldar. O an anlarsın ki Manavgat Eskort Aurora, suyun altındaki kıvılcımı ateşe çevirmek için oradadır.
Şelalenin altındaki yarı gizli mağaraya girersiniz. Tek ışık, sudan yansıyan titrek ay ışıltısıdır. Aurora ince ipek gömleğini usulca sıyırır, omuzlarını serin çay buğusuna bırakır. İlk öpücüğü köprücük kemiğine kondurur; dudaklarında bergamotun ekşi serinliği, portakal çiçeği balının ılık rayihasıyla buluşur. Bu ikili, Manavgat Eskort deneyimini tatlı‑acı bir kıvama taşır— serin gölgenin altındaki gizli magma gibi.
Ritmini şelale darbelerinin kadim ölçüsüne bağlar: önce yavaş damlalar—parmak uçları kürek kemiğinde su damlası desenleri çizer; avucu bel çukurunda çayın gizli girdabını kurar. Sonra çağlayanın aniden yükselen gücü gibi hızlanır. Tırnak izleri göğüs hattında şimşek izleri bırakır; her “min elskede” (sevgilim) hecesi, kalbin ritmini Manavgat’ın vurucu yankısına bağlar. Gövden çiğ tanesi gibi terlerken Aurora geri çekilir, şelale suyundan bir yudum alıp dudaklarını seninkine dayar; buz keskinliği, tenindeki lav sıcaklığını yıldız patlamasına dönüştürür.
Gece yarısı seni mağaranın dar pencere açıklığına götürür. Aşağıda gümüşi çay akıntısı, ayı kırık aynaya dönüştürür. Aurora saçlarını savurup “Su yıldızı yutar, parıltısını saklar” der. Avucuna aldığı kristal taşları göğsüne serper; soğuk yüzeyde ısınan kristaller birer ışık kıvılcımı gibi parıldar. O an “Manavgat Eskort” kelimesi dudaklarından buharla karışıp mağara kubbesine yayılır; şelalenin daimi uğultusu, kelimeyi sonsuz döngüye çeker.
Şafak, Toros eteklerine nilüfer pembe çizgi düşürürken Aurora ipek gömleğini giyer; başucuna cam şişede bergamot yağı ve üç küçük kristal taş bırakır. “Kıvılcımı sakla, su aynayı unutmaz,” notunu iliştirir. Kapı kapanır; mağarada hâlâ portakal çiçeği balı, bergamot ve serin şelale buğusu dönüp durur. Gün boyu Manavgat Çayı’nda hangi tekne kıyıya çıksa, motor uğultusuna Aurora’nın “su yıldızı yutar” fısıltısı karışır— çünkü şelale suyunun altındaki o gizli kıvılcım artık damarlarında yanar.

Manavgat Eskort Aurora